HAYATA ‘SÖZLE DİRENENDİR O ( AYLA AĞABEGÜM HOCA’YA İTHAFEN)

Bir gül çehresi dokunur günün tenhalığına… Yalnızlığa mahkum olduğunuzu unutturur size sevgi dolu bir ses… Billur bir seda yankılanır içinizin sessiz sokaklarında… Zamandan alacaklı olsanız da, mekanı tanımasanız da o ses dokunur yalnızlığınıza… Bir omuz verir size bazen… Bazen gözünüzün yaşını siler elleriyle… Üşüdüyseniz sarıp sarmalar sizi… Terlediyseniz alnınızdaki boncuk boncuk terleri siler. Hayatınıza değen bir güzel insandır o…

Hayata can katar sesi… Gücü tükenmişlere derman olur sözleri… Hayata sözle direnendir O… Mısralarla konuşandır O… Masumluğunuzu hatırlatan, dünyanın omuzlarınıza yüklediği dertleri neşesiyle dağıtandır O…

Harputlu Hacı Seyfullah’ın oğlu Şükrü Bey ile İstanbullu Saadet Hanımın en nadide çiçeğidir O… Annesi Nişantaşı Kız Ortaokulu’nu bitirmiş, devrin şairlerinden Şükufe Nihal’in öğrencisi olmuştur. Şiir zevkini bir şair öğretmenden alan Saadet Hanım, daha yürümeye bile başlamadığı yıllarda Çanakkale Savaşı’nda subay olan babası Mehmet Sadettin Bey’i kaybeder. Bir şehit torunu olarak büyüyecek olan Ayla Ağabegüm, evin gözbebeği olduğu için sokak aralarında çok koşturamasa da, akrabalar ve komşular arasında geçen çocukluğununfarkına bile varamayacaktır. Elazığ’daki Mehmet Zeki İlkokulu’na başladığı sıralarda arkadaşlarından etkilenecek ve öğretmeninin annesine: “Ayla da afacanlıkta arkadaşlarına benzemeye başladı” sözlerine muhatap olacaktır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında babası siyasetle ilgilenmiştir. Babası Şükrü Bey Anadolu’yu kalkındırmaya yönelik çalışmalara katılacak ve dedesinin bütün servetini bu işe yatıracaktır. Fakat işler umduğu gibi gitmeyince hayatına memuriyetle devam edecektir. Ortaokulu bitireceği yıl vefat eden babasını okuduğu Kuran-ı Kerim’le, anlattığı ibretli hikayelerle hatırlayacaktır Ayla Ağabegüm… Nasihatleri hikayelerin içinde saklıdır. Yunus Emre’den, Rıza Tevfik’ten ve Akif’ten şiirler okuyan babasının sesi kulaklarından hiç çıkmayacak, bugünkü başarılarında onun verdiği emekleri göz ardı etmeyecektir. Babasının vefat ettiği gün asıl büyüdüğünü söylese de Onun küçük kızı olmaktan hiç vazgeçmeyecektir. Yüreğinde biriktirdiği o engin sevgi ile kimlerin yaraları sarılacaktır kim bilir? Herkese vefalıdır O… Öğrencilerine karşı özverilidir. Yüzünde hüzün izi olana bir tebessümü değer. Hüznü çocuk yaşlarında tanıdığından mıdır bilinmez ama başkalarının hüznünü hemen dağıtmak ister.

Okul yıllarında unutamadıkları vardır. Munise Özgür ismindeki öğretmenini herkes gibi o da çok sevecek, okulun müzik odasında öğretmeninin çaldığı piyano eşliğinde çocuk şarkıları söyleyecektir. Okulu bitirip öğretmen olduktan sonra yıllarca öğretmeniyle mektuplaşacaktır. Öğretmenlik hatıralarını yazmasını çok istediği öğretmeni gün gelecek yazdığı ilk defteri ona armağan edecektir. Herkesin hayatına dokunan bir güzel insandır O… Yalnızlığı avutan, zamana meydan okuyan, gençlerin zihninde yerini bulan bir özge candır…

Ortaokul ve lise yılları Elazığ Lisesi’nde geçen Ayla Ağabeğüm, devrin seçkin öğretmenlerinden dersler alacak, İstanbul’dan getirilen kitaplar ile edebiyat dünyası ile daha çocuk yaşlarında tanışacaktır. Ufkun ötesini gören Ayla Ağabegüm, hala özenle sakladığı şiir antolojilerini o yıllardan kütüphanesine kazandıracaktır.

İçinizdeki fırtınaları onun yüreğinin sükunetinde dindirebilirsiniz. Çözemediğiniz bir derdinizi ona açıp fikrini alabilirsiniz. Herkese ve her şeye karşı duyarlıdır O… Kendinden çok başkalarını düşünen yanıyla hayatınızın içindedir … Çöllerde kaldığınızda aradığınız bir vahadır … Unuttuğunuz yanlarınızı size hatırlatandır O…

Doktor olma arzusuna duygusal olarak karşı çıkan annesi ile sözle de olsa mücadele etmek istemez. “İstediğin mesleği seçebilirsin ancak geceleri nöbet tutarak evden uzak kalan bir kızım olmasını istemem” diyen annesini incitmeye de gönlü el vermez. Onun hayat felsefesi kimseyi kırmamak üzerine kurulmuştur sanki… Dalından koparmaya kıyamayacağınız naif bir güldür O… Sevgiyi kana kana yanıbaşında içebileceğiniz duru bir pınardır …

Annesi hayatının anlamıdır. Hayatını anlamlandırandır. Doktorluğa en yakın meslek olan öğretmenliği seçmesindeki en büyük etken annesidir. Şiir ve edebiyatın her dalı ilgi sahasında olduğundan Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü seçecek, bu vesileyle anne kızın yolu İstanbul’a düşecektir. İstanbul rüyalarının şehridir. Fakülteyi burada okuyacak olmak en büyük şanstır O’nun için… Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Faruk Kadri Timurtaş, Ali Nihat Tarlan, Reşit Rahmeti Arat, Mahir İz, Muharrem Ergin, Necmettin Hacıeminoğlu hocalardan ders almak bahtiyarlığına erişecek, edebi hayatı bu şahsiyetlerin verdiği temellerle şekillenecektir. Hocalarının Türkçe’ye olan hayranlıkları, milli duygularının yüksek oluşu hayatına taşıyacağı izler arasında olacaktır.

Öğrendiklerini öğretme zamanı geldiğinde kendisini tayini gurbete çıkan her öğretmen gibi Çalıkuşu Romanı’ndaki Feride gibi hissedecektir. İstanbul’a olan hayranlığına rağmen, güzel olan hatıralara rağmen elinde bavulu Adana yollarındadır. Yanında can yoldaşı annesiyle… Ev bulmak, bulduğun evin kirası ile ihtiyaçlarını maaş ile dengelemeye çalışmak her yeni öğretmenin yaşadığı zorluklardandı. Ama öğretmenlik zorluklara rağmen güzeldi. Solgun bir yüzde tebessüm olmak, üşüyen bir eli okşamak, dağınık bir saçı toplamak, geleceğe dair umudunu yitirenlere ışık olmak güzeldi. Hiçbir şeyi bilmeyenlere bildiklerini öğretmek ve gözlerinin ışıltısına şahit olmak güzeldi. Çocukların yarına dair hayallerine ortak olmak her şeye değerdi.

Ama ah o İstanbul özlemi yok mu? Öğrencilik yıllarının ve rüyalarının şehri… Unutamadığı zamanların şahidi… Boğaz’da erguvanların gülüşüne tanık olduğu şehir… Yakamozların özlendiği, rüzgarından hal hatır sormaya hayran olduğu şehir… Öğretmenliğine devam etmek istediği şehir… Üniversite anılarının her gün gözünün önünden geçtiği şehir… Özlemek istemekti belki de… İstemek dua idi… Hayal şehre koşar adımlarla döneceği günler gelmişti artık.

Üsküdar Kız Lisesi’nde öğretmenliğe başlayacaktı. Bu O’nun İstanbul ile yeniden buluşmasıydı. Ağlayan bir genç kızın yüzündeki tebessümdü O… Kimine anne, kimine abla, kimine sırdaştı… İmkanı olmayana imkan olmaya çalışması, hayallerinin peşinden gidenlere ufuk olması O’nun en büyük özelliğiydi. Hayatı boyunca hiç bencil olmadı. Menfaatlerinin peşinden koşmadı. Adaletli olmayı, ideallerinden taviz vermemeyi öğretti. Yaşadığı gibi etrafındakileri yaşatmaya çalıştı. Hep verici oldu. Sevgi en büyük sermayesiydi. İlkeli bir duruşu vardı. Haksızlıklara, adam kayırmacılığa tahammülü hiç olmadı. Cömertti. Doğruluktan asla vazgeçmedi. Menfaatlerinin peşinden koşanları dost edinmedi. Dürüst olanları, halka hizmet edenleri yar, dost ve arkadaş seçti kendine…

Hayatının dönüm noktalarından biri, ikinci üniversite olarak gördüğü Türk Edebiyat Vakfı ve Ahmet Kabaklı Hoca ile geçen günleri olacaktır. Sekiz yıl boyunca Türk Edebiyat Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü görevi üstlenecek, hizmetlerinin karşılığı yeni dostlar ve edinilen tecrübeler olarak kendisine geri dönecektir. Türk Edebiyat Vakfı’nı hayatının şansı olarak görecektir. Vakıf bir okul, Ahmet Kabaklı Hoca ise o vakfın en bilgili, en özverili hocasıdır. Gidenlere aldırmadan, kalanlarla yoluna devam etmenin ve bilgisine yeni şeyler eklemenin erdemine sığınacaktır Ayla Ağabegüm… Çok çalışacak, yorgun zamanlarında annesinin yanı başında hem ruhunu hem de bedenini dinlendirecektir. Kendinden çok sevdiklerine zaman ayırarak, kimseyi incitmemeye özen gösterecektir.

O bildiklerini öğretmenin hazzını doruklarda yaşayan bir münevverdir. O gözlerinize bakınca sevincinizi de hüznünüzü de tanıyandır. Toplumun kanayan yaralarını sarmak için mücadele etmekten asla bıkıp usanmayandır. Toplum mimarıdır. Ama önce gönüllerin mihrabıdır. Yüreğinin ta ortasında sevgisini sonuna kadar yaşayan ve yaşatandır. Derdinize ümidini katık yapan, dermansızlığınıza her durum ve şartta çözüm arayandır. Yalnızlığı kalabalıklarla avutandır. Sevgiyi en çok hak eden, yanındayken sohbetinden zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığınız bir özge candır. Vefa en yakın dostudur. Bu yüzden asla unutulmayacak olandır. Onun yazdıkları yaşadıklarıdır. Yaşamına dair aktardığı cümleler içimizin karanlıklarını aydınlatan bir çerağdır. “Mısralarla konuşan” ve “Sözle direnendir” O… O herkesin gönül hocasıdır. O has bahçelerin gül goncasıdır.

Ömrünüz uzun olsun Ayla Ağabegüm Hocam… Işığınızdan yol bulabilmek, başkalarına da sizin gibi ümit olabilmek dileğiyle…

KALEMİ KONUŞTURAN ÜSTAD: HATTAT HASAN ÇELEBİ

Bir sırrı keşfetmekteydi zaman… Mekan sırdaşını tanımaktaydı. Kalem sıcak bir el kendisine dokunduğu için bahtiyar, kağıt harflerle tanışmış olmanın huzurundaydı. Kağıdın hüznü dağılsın diye mürekkep nehir olup akardı. Harflerin kaderi kağıda ve mürekkebe sırrını açmaktı. Sabrı teselli ile yoğurmaktı Hattatın kaderi…

Güneşe doğru iltica eden bir güzel yürektir, kelam ve kalem ehlidir O… Kağıt ve kalem arasındaki aşka şahittir O… Zirvedeki imtihana talip, zoru başarmaya azimlidir O…

1937 yılında Erzurum’un Oltu’ya bağlı İnci Köyü’nde başlar hayat yolculuğu… Yoklukları varlığa değişmeye meyilli, ateşin içindeki güle sevdalıdır O… Kendi halinde yaşayan bir ailenin üyesidir Hasan Çelebi… Kağıt ve kaleme tutkundur tutkun olmasına ama okula gidememiştir. II. Dünya Savaşı’nın getirdiği ağır hayat şartlarına rastlayan çocukluğu onun hayallerini ertelemesine yol açacak, içindeki bu aşk yıllar sonra kalemin üstadı olarak anılmasına sebep olacaktı. İlk hocası dayısı sayesinde köy kahvesinin duvarına asılan Köroğlu ve Köylü gazetelerine bakarak okumayı ve yazmayı öğrenecek hatta okula giden çocuklara da dersler verecekti. Mısır koçanından yaptığı kağıtlarda huzuru bulacak, iz çıkaran kamışları hünerli elleriyle kaleme dönüştürecekti. O eller ki, kalemin de kağıdın da hakkını verecek ellerdi…

Kağıt karşılığı yaptığı ezberler ona hafızlığın yolunu açacak, hafızlık ise İstanbul’un kapılarını aralayacaktı. Bir uzun yürüyüşün öncüsü olmak, karanlığa bir kandil yakmak, gönüllerde taht kurmak düşecekti payına…

Hasan Çelebi sultanların rüyası, şairlerin methiyesi olan İstanbul’a geldiğinde henüz on altı yaşındaydı. Onun gözünde İstanbul bir hattatın elinde çizilmiş zarif elif gibiydi. İstanbul’a Kur’anı-ı Kerim’i tecvid ve erkanı ile öğrenmek için gelecek ilk durağı Bacağı Kesik İsmail Efendi olacaktı. Fatih’te Üç Baş Medresesi’nde beş ay, İsmail Ağa Medresesi’nde altı ay kaldıktan sonra oradan da Çinili Medresesi’ne geçecekti. Altı ay sonra Üsküdar Müftülüğü’nde müezzin vekili olarak görev alacak bir yandan da İstanbul’da ders aldığı medreselerin ve gittiği camilerin hatlarını taklit edecekti. İstanbul’da yaptığı askerlik dönüşünde evlenmek için gittiği Erzurum’da kalacak üç yıl sonra dayanamayıp İstanbul’a geri dönecekti.

Yıllarca müezzinlik ve imamlık vazifelerini yapacak, mezar taşlarına duyduğu ilgi onu Taşçı Yusuf ile tanıştıracak ve hat derslerinin yolu açılacaktı. Hattat Hamit Aytaç ile tanışıklığı Taşçı Yusuf sayesinde olacaktı olmasına ama Hoca meşgul olduğundan onu öğrencisi Halim Özyazıcı’ya yönlendirecekti. Halim Hoca ile başlayan hat dersleri dört ay sonra Halim Hoca’nın vefatı sebebiyle yarım kalacaktı. Kendisini boşlukta hisseden Hasan Çelebi Ömer Nasuhi Bilmen’in oğlu Avni Bilmen’in vasıtası ile tekrar Hamid Aytaç’a gidecek ve on sekiz yıl boyunca Onun öğrencisi olma bahtiyarlığını yaşayacaktı. Hamit Aytaç Hoca’nın vefatı ile geride bıraktığı vasiyeti Hasan Çelebi ile hat sanatının yeniden neşet edeceğini ortaya koyacaktı. “ Mezar taşımı Hafız Hasan yazsın.”

Hocanın vefatı ile duyduğu üzüntüden kağıdı kalemi altı ay eline alamayan Hasan Çelebi, bu yokluk ve zorluk dönemlerinde sohbetlere gidecek, araştırmalar yapacak ve kitaplar okuyacaktı.

1975’de Hamit Aytaç’tan sülüs ve nesih, 1981’de Kemal Batanay’dan rik’a ve talik meşk ederek dört yazıda icazet sahibi olan Hasan Çelebi artık tanınmış bir hattattı.

Kalem onun elinde konuşacak, kağıt sükut edip o kalemin sesini dinleyecekti. Sabrı hayatına aksettirecek, talebelerine sadece doğru yazmayı öğretecekti. Bildiklerini esirgemeyecek, kapısına gelen herkes onun sevgi ve sabır halkasında buluşacaktı.

Hayatı ile sanatı bütünleşecek, mihrap ile kalem arasında geçen ömrüne güzel şahitler bırakacaktı. Mihrap ve kalemi yar bilen Hasan Çelebi, kalemi sadece kağıda değil öğrencilerinin ruhlarına da değdirecek, onların hayatlarında unutulmaz izler bırakacaktı. Tevazu ile beslenen yanında gururdan izler taşımayacak, duvarlara meşk edilen yazılardan çok hat sanatını yarınlara aktaracak talebeler yetiştirmenin bahtiyarlığını yaşayacaktı.

İtidali elden bırakmayan Hasan Çelebi hayatı boyunca kimseyle kavgalı olmayacak, hayatının elli yılını adadığı hat sanatı ile Cumhuriyet Devri’nin ilk hattatı olma şerefine nail olacaktı. Yurt içinde elli üç, yurt dışında yirmi dört caminin yazılarını yazan Hasan Çelebi, Güney Afrika, Kuveyt, Kazakistan, Belçika, Tataristan’daki camileri de hatlarıyla süsleyecekti. Hizmet hayatının en bahtiyar zamanlarını Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevi’de ve Kuba Mescidi’nde geçirecek, o beldede yazdığı yazılarla hayal edemeyeceği duyguların sahibi olacaktı. Yurt içi ve yurt dışında düzenlenen Klasik El Sanatları konulu pek çok karma sergiye katılacaktı.

2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Sanata Hizmet Ödülü’ne, 2011’de de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü almaya hak kazanacaktır. UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazineleri Ulusal Envanteri’nde” adı anılacak ve 2013 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin düzenlediği bir törenle kendisine fahri doktora unvanı takdim edilecektir.

Artık “Reis’ül-Hattâtîn Hasan Çelebi” ya da “ Şeyh-ül Hattâtîn Hasan Çelebi” adıyla tarihler onun adını yazacaktı.

Himmet ve gayret ehli olan Hasan Çelebi talebeleri için; “iftihar olsun diye yetiştirmedim, İslam Sanatı yayılsın diye yaptım” ifadelerini kullanacaktı. Emek verdiği talebeleri için bir üniversiteydi O… Ümidini kaybedenlere bir hayat kandili, yoklukların içinde varlığı keşfedendi O… Eserlerindeki incelik ve zarafet Onun karakterinin bir yansımasıydı. Hasan Çelebi sanatı ile dünyanın dört bir yanında kendinden söz ettirecekti. Çizgiye söz geçirendi O… Kağıdı susturan ve kamışı konuşturandı.

Hasan Çelebi Hocamızın yüreğinde biriktirdiği sevgiden ve gözlerindeki ferden nasiplenmek istiyoruz. Kur’an’a hizmet ile geçen ömrünün bereketlenmesi dileğiyle…

İKİ ÖMRÜN BEREKETİ

Bir elif çizilir hayatın tam ortasına… Bir vav bereketi düşer gecenin kıvrımına…  Sırrını ifşa etmeye çekinir zaman… Mekan en güzel şekliyle tasvir etmeye hazırlar kendini… Mahir bir el değer âharli kağıtlara… O kağıtlarda buluşur hattatın kamışı… O kağıtlarda buluşur bir müzehhibenin fırçası… Kalem de fırça da aşkını fısıldar usulca kağıtlara…  Bir kelebek kanatlanır âtiye doğru… Bir çiçeğin kıvrımlarında ahdini tutmaya doğru…

İçinden hayat geçen bir semtin eski sakinlerindendir Uğur DERMAN… Üsküdarlı Nazime Hanım’dan doğduğunda başlar Üsküdar yolculuğu…   Bildiğini aktarmaktan haz duyan, kendini ilme adayan, kalemini hakkı söylemek için kullanan bir güzel yürektir O… Ufku her zaman açık, tevazu ve erdemi şahsında bütünleştiren, kağıda derdini söyleten bir usta Hattat’tır O…

Mahir İz, Necmettin Okyay, Süheyl Ünver Hocalarının en büyük mirasıdır O…  Türk İslam Kültürünün anahtar harfleri onun kamışında sanata dönüşür.  Bir kültürün izlerini aktarır yazdıkları ve yaşadıklarıyla… Ailesinin üçüncü eczacısı olsa da kağıdın derdine derman olmayı tercih edecek, kelimelerin gücünü mürekkebinden dökülen damlalarla işleyecektir. Kamış kalem onun elinde olmaktan mutlu,  harfler ona teslim olmaktan umutlu olacaktır.

***

Bir hatayi zerafeti, bir goncagül sıcaklığı, bir pencin neşesi değer yanağınıza… Bir mukaddimedir hayat…  Elif ile başlayan ye ile biten harflerin arasında izini sürersiniz yaşanmışlıkların… Yaşanılan ve yaşatılan kazanılmış hayatlardır. Hayal kırıklıklarının yerini süsleyen hayırlara vesile olan başlangıçlardır.

Ankara’da başlayan hayat yolculuğuna İstanbul’da tahsil hayatı ile devam eder Çiçek DERMAN…

İstanbul ellerinden tutup getirdiği yakamozları usulca kucağına uzatır. Bir güzel Çiçek’le tanışmış olmanın saadetini yaşarken şehir, O yaşadığı hayal kırıklıklarının hayırlara vesile olacağını henüz bilmemektedir.  Yolu Hocası Süheyl Ünver ile kesiştiğinde, hayatının kıvrımlarında kazandıklarının kaybettiklerinden daha fazla olduğunu keşfe çıkacaktır. Artık bir ustanın asistanıdır. Tarihi, milli değerleri ve ömrünü adayacağı tezhip sanatını Hocası’ndan öğrenecektir. Süheyl Ünver, Rikkat Kunt,  Muhsin Demironat’ın en güzel emanetidir O…  Yalnızlığın kıyısına çekilmiş kağıda renklerin dilindeki şarkıyı aktarandır O… Halden hale geçilen, muhabbeti gözlerden gönüllere taşıyan tezhip sanatının nesilden nesile aktarıcıdır O…

Maddeyi arka plana atıp mana aleminde yolculuğa çıkmaktır tezhip… Size emek vereni rahmet ve minnet ile yad ederken, öğretme zamanı geldiğinde talep edeni önüne katmaktır. … Kağıttan öte kendini bezeyebilmenin hünerini ortaya koymaktır. Kağıdı değil asıl ruhu şekle sokmaktır.

***

İki ömrün hikayesi ayrı mekanlarda başlasa da aynı insanların yanında kesişecektir. Süheyl Ünver Hoca bir miladın başlangıcı olacaktır. Uğur Derman içinde saklanan hazinesinden en güzel Çiçeği yüreğinin yanıbaşına iliştirecektir…  Kendi aydınlığına bakar gibi, ruhun bütün pencerelerini aralar gibi birlikte bir hayata tutunacaklardır. 

İşte o gün seherler şenlenecek, bülbüller güllerin kokusuna,  baharlar rahmet yağmurlarına tanık olacaktır.

İçinden hercailer geçen bir hayatın izlerini sürerken, yarım kalmış hayaller için sevgilerinden taviz vermeyen iki güzel yürektir Onlar…  Rızası alınmayan bir işin hayrının olmayacağını bilen ve yaşayandır Onlar… Buluştukları hayat yolculuğunda onlara eşlik edecek üç erkek evlada sahip çıkacak,   annelik ve babalığın en yüce makam olduğunu nesillere aktaracaklardır.

Bizler yaşamın orta yerine çizdiğiniz Elif’den öğrendik dik durmayı…  Hayatımızı renklendirdiğiniz pençlerden, hatayilerden, gonca güllerden sevdik baharı… Yetiştirdiğiniz talebeleriniz sizden öğrendikleri kabiliyet ve sabırla yol almaya devam edecek. Gelenekle geleceği besleyenlerin mimarı olan Çiçek ve Uğur Derman Hocalarımız, sizleri birlikteliğinizin ellinci yılında sevgiyle ve saygıyla selamlıyoruz. 

Ey nağmesine sözün gücünü ekleyen can sahipleri! Ey keşfedilmemiş bir yolculuğa bizleri de dahil edenler!  Hikmeti öğreteceğiniz nice yarınlarınız olsun.   Ahlakı bezediğiniz, sanatı ahlakın tasfiyesi olarak gördüğünüz nice güneşler doğsun ufuklarınıza… İbadet hazzıyla yaptığınız hayırlı işlerinizin devamını,  ömrünüzün bereketli olmasını diliyor, kalem ve kelamın sahibi Yüce Allah’a sizleri emanet ediyoruz.